play_arrow

Bilgi Felsefesi

Bilgi Felsefesi : Modern Düşünce ve Descartes

Bilal A. Temmuz 16, 2021 978 5


Background
share close

“Düşünüyorum, o halde varım.”

Ortaçağdan Modern Çağa

  • Ortaçağın dar anlamıyla tanrı kanıtlamalarından ibaret bir felsefe olduğunu ortaçağ felsefe tarihi serimizde konuşmuştuk. Bu dönemde kilise her konuda, bilim dahil, egemendir. Yine felsefe tarihi serimizde modern çağdan önceki son dönem olan Rönesans’ta bu durumun değişmeye başladığını konuşmuştuk ve artık bu programla modern çağ ve bu dönemin felsefesine, epistemoloji temel konusu ile giriş yapıyoruz.
  • Modern çağda metafizik dahil felsefenin her dalı çalışılmaya devam etse de epistemolojideki değişim diğer tüm dallardaki değişimin temel unsurudur. Dolayısıyla bu dönemdeki epistemolojiyi bilmek ve anlamak, modern çağ ve takip eden dönemlerdeki felsefeyi anlamamıza da yardımcı olacaktır. Modern çağdaki dramatik değişimin ana tetikleyici unsuru da doğa bilimlerindeki gelişmelerdir.
  • Olguların tarihsel gelişimlerine bakıldığında dönemler arasında bir süreklilik görürüz. Herhangi bir olgu bir anda değişmez. Nitekim ortaçağdan yeniçağa geçişte felsefe ve sanatın gelişiminde bir süreklilik görürüz. Fakat bunu doğa bilimlerinin dönüşümü için kolay kolay söyleyemeyiz. Rönesans’ta doğa bilimleri neredeyse bütünüyle yapı değiştirmiş, açıklama biçimleri tersine dönmüş, olgunun gözleminden değişik biçimlerde yararlanılmaya başlanmıştır. Bilimsel anlamda yaşanan gelişmeler (Newton, Galileo) dini dogmaların gözden düşmesine, kilise otoritesinin sarsılmasına yol açar.
  • Yeni bilim, olguları daha iyi açıklamış ve geleceği kestirmede daha etkili olmuştur. Aynı olguyu açıklamaya çalışan eski bilimin göreli olarak başarısız oluşu yanlışlığı ve geçersizliği anlamına geliyordu. Doğal olarak eski bilimle ona bağlı pek şey de sarsılmıştır.
  • Eski bilim, kilisenin hizmetinde, Platon ve Aristoteles’in çeşitli düşüncelerinin Hristiyanlıkla yoğrulmasıyla ortaya çıkan dinsel öğretiyi desteklemekle görevlidir. Bilimsel açıklamalar da dinsel dogmanın çerçevesi içerisinde kalmak durumundadır.
  • Eski bilimin yıkılması, düşüncede yetkenin de bir doğruluk ölçütü olmaktan çıkması, dogmaların gözden düşüp terk edilmesine ve düşünsel özgürlüğün filizlenmesine yol açtı.
  • Artık açıklamaların doğruluğu yepyeni bir ölçüte göre saptanacaktır ve bu ölçüt ussallık (rasyonalite) olacaktır. Doğru açıklamanın uyması gereken temel koşul, insan usuna uygunluk olacaktır. Bu koşul, çağımız için de geçerliliğini korumaktadır.
  • Rönesans serimizde de üzerinde bolca durduğumuz bu bakış açısı, yani hümanist tutum, insan usuna uygunluk ölçütü kişiyi ön plana çıkarmış, onun mantıksal bakış açısını bilginin temeline koymuştur.
  • Çağın filozofları aynı zamanda bilimle uğraşan insanlar olduğu için bilimin içeriği, kökeni, kaynağı ve güvenilirliği elbette tartışılacaktır. Biz de bu programda bu tartışmaya katılacağız.

Descartes’ın Modern Çağdaki Rolü

  • Tartışmanın odağında iki sorun vardır, bunlar bilginin değeri, yani hangi inançların bilgi sayılacağı, bilginin kökeni, yani bilginin bize ne yolla ve nereden geldiğidir. Bu tartışmayı başlatan da Descartes olacak ve kendisinden sonra gelen düşünceyi de derinden etkileyecektir.
  • Tabii şunu belirtmekte fayda var. Descartes’ın yaşadığı dönemde kilisenin doğa bilimiyle ve bilim insanlarıyla savaşı eskisi gibi cinayetle sonuçlanan bir durumda değildir. Kilise doğa bilimi alanında eski gücünü yeniden kazanma umudunu tamamen yitirmiştir. Kilisenin yeni endişesi yeni bilimsel yaklaşımla dinin alanı içinde kalan ahlak, anlık (zihin-akıl) ve tanrı gibi konuların açıklanmaya başlanarak kilisenin temel işlevinin tehdit edilebilme olasılığıydı.
  • Yeni bilimin materyalist yaklaşımıyla dinin tinselci tutumu bir karşıtlık içerisindeydi. 2bin yıl sonra yeniden ortaya çıkan felsefi tartışma, yani varlığın özünün madde mi yoksa tin mi olduğu tartışması. Varlık en nihayetinde doğa filozoflarında gördüğümüz gibi madde mi yoksa Platon’da gördüğümüz gibi idea, yani tine mi indirgenecektir. Kilisenin materyalist bakış açısına karşı alacağı tutumu kestirmek zor olmasa gerek. Evet kilise doğa bilimlerine bir anlamda kaybetmişti ama hala dönemin entelektüel iktidarını sürdürmeye ve tüm kurumların üzerinde kılıcını sallamaya da devam ediyordu.
  • Descartes bu ikisini de bir şekilde korumaya, uzlaştırmaya çalışacak. Hatta bu yüzden felsefesine Descartesçı ikicilik ya da Kartezyen felsefe, Descartesçılık denir.

Kendini Keşfeden Özne

  • Tartışmaya en başa dönerek başlayalım. Antik Yunan’da varlığın gerçekte ne olduğu tartışması Arkhe tartışması ile başlamış ve Platon’a geldiğimizde bu kavramın yerini töz almıştı. Töz var olmak için kendisinden başka şeye dayanmayan, ihtiyaç duymayan şeydir.
  • Descartes da bu tanıma katılır. Dolayısıyla sorun töz madde midir (atom veya herhangi başka bir madde) yoksa tin (idea, ruh, tanrı) midir sorusuna indirgenebilir. Fakat Descartes hem dini inancı hem de bilimsel bilginin ışında bu soruya ikisinden birine yönelerek cevap vermez ve ikisini de korumaya karar verir. Ona göre, senin de verdiğin töz tanımına dayanarak, tin ve madde bir anlamda tözdürler ve birbirlerinden bütünüyle bağımsızdırlar. Maddenin (özdeğin) temel ve ayrılmaz niteliği, özniteliği, uzamdır, tininki ise düşünmektir. Özdek kendi başına düşünemeyeceği gibi din de uzama sahip olamaz.
  • Descartes iki tözü birbirinden bütünüyle kopararak hem çelişmelerini hem de birinin öbürüne indirgenebilmesini olanak dışı bırakır.
  • Descartes bilginin değer sorununu yanıtlarken köken sorununa da çözüm getirir. Bunu yapabilmek için de bu seride çokça değindiğimiz yöntemsel kuşkuculuğa başvurur. Zira yeni bilim ve dolayısıyla bilginin şu anda en çok ihtiyaç duyduğu şey bir bilimsel çalışma yöntemidir. Eğer doğru yönteme sahip olabilirsek doğru bilgiye ve bu bilginin kökenine de kolayca ulaşabiliriz.
  • Her şeyden evvel bilgi kesinlik gerektirir. Yani bilgi kesin bir şekilde doğru, hakiki olmalıdır yoksa ona bilgi değil sanı veya inanç diyorduk.
  • Kesin bilgi açık ve seçiktir, apaçıktır. Kuşkuya yer vermez. Yapmamız gereken bilginin, herkes için apaçık doğru olan inançlar üzerinde kurulmasını sağlamaktır. Önce doğruluğundan emin olduğumuz kesin doğruları bulacak, diğer tüm bilgilerimizi bu doğruluk üzerine inşa edeceğiz. Böylelikle bilgilerimiz tutarlı ve doğru olacaktır. Tabii bu ortak doğruluk için ortak bir akıl anlayışına ihtiyaç vardır.

“Sağduyu dünyada en iyi paylaştırılan şeydir; tüm insanlarda doğal olarak eşit olduğuna ve böylece görüşlerimizin türlülüğünün kimi insanların başkalarından daha ussal olmalarından değil ama yalnızca düşüncelerimizi değişik yollara yöneltmemiz ve aynı şeyleri irdelemiyor olmamız olgusundan geldiğine tanıklık eder. Başlıca sorun usu iyi uygulamaktır.”

Descartes
  • İşte burada da yöntemin önemi, usu nasıl kullanacağımız önem teşkil ediyor. Descartes’ın bu anlamda güvenilir bilgileri bulmak için uyguladığı yöntem kuşkudur. Kuşku kesinliği dışladığına göre, doğruluğundan kuşku duyulmayacak bir inanç bulduğunda, kesinliğe ulaşılmış olacaktır.
  • Her inanç yanılgıya açıktır ve her inanç kuşkuludur. Nitekim Descartes da bu yöntemi uyguladığında hiçbir inancın kuşku götürmez bir pekinlik taşımadığına tanık olur. Ne geçmişten bize doğru diye aktarılan ve çoğunlukla birbirleriyle çelişen bilgiler ne de deney ve algı yoluyla elde edilen inançlarımız bu kuşku engelini aşamıyordu. Her an farkında olmadan bir yanılgı içinde olabileceğimiz deneysel bilginin bize kuşkudan kurtulabilmesi, ona aşması mümkün değildir. Çünkü bu bilgi temelde algıdan gelir ve algılar yanılgılıdır. Bunu programlarımızda defalarca kanıtladık.
  • Descartes rasyonalist, akılcıdır ama Platon gibi de bunu uç sınırdan savunmaz. Bunu birazdan aydınlatacağım. Deneyle elde ettiğimiz inançlar gibi matematiksel inançlarımız da kuşkulu olabilir, beni etkileyen bir gücün beni tüm inançlarımda yanılttığını bile düşünebilirim diye düşünür Descartes.
  • Her inancım yanılgıya açıksa, her inancım kuşkuludur. Her inançtan kuşku duymak için bir neden vardır oysa, her inançtan kuşku duymak bir kesinliği içerir; o da kuşku duyuyor olduğumdur. Kuşku duyduğumdan bile kuşkulanacak olsam, yine de kuşku duyuyor olurum. Kuşku duyduğum kesin olduğu ölçüde düşünüyor olduğum da kesindir; çünkü kuşku duymak düşünmektir ve düşünmeden kuşku duyulamaz. Ancak düşündüğüm kesinse, düşünen bir varlık olarak var olduğum da kesindir.

Düşünüyorum, o halde varım.

  • Descartes öznel olarak varlığın anlığın (aklın, usun) varlığını tüm kuşkudan arındırmış olur. Düşünen bir varlık olarak var olduğum açık-seçik ve kesin bir bilgidir. Tüm bilgimizin temelinde de bu yatar veya yatacak.
  • Kuşku duyduğumuz kuşkusuzca keşfedilince (kuşku duymak düşünmek ile mümkündür) benlik de (zihin, ben, ego) açık ve seçik keşfedilir. Descartes, bir kez bu bulunduktan sonra akıl yürütmelerle ortaya çıkarılabilecek kimi başka apaçık doğruların, algıdan kaynaklanmadıkları halde anlığımızda bulunmalarını “doğuştan düşünceler, bilgiler” olarak niteler. Her anlık, ortak olan bu doğuştan düşünceleri taşır. Bilgi, tıpkı matematikte yapıldığı gibi, tümdengelimsel çıkarımlarla üretilir çünkü bilgi aklımızda ilk başta (çocuklukta) belirgin değildir, Descartes’ın yaptığı gibi doğru uslamlamalarla ona ulaşabiliriz.
  • Descartes’ın bu bilgilere ulaşırken çocuklukta demesi şaşırtıcı değildir. Çocuk büyüyüp çevresini algıladıkça bu bilgilere sahip olur, bu bilgiler belirginleştirebilir ancak bunu sadece algılarıyla yapamaz der Descartes. Usun algıya katkısı zorunludur. Usun doğuştan bilgiler yoluyla yoğurduğu algı bilgiye götürebilir. Fakat bu bilgi tikelin bilgisidir, kalıcı, genel bilgileri, anlıkta doğuştan bilgilerden çıkarsarız.
  • Descartes algıyı, Platon’daki gibi, tamamen dışlamıyor, algının ürettiği bilginin usça yoğrulmadan güvenilir olamayacağını söylüyor. Böylece modern usçuluk, modern rasyonalizm kurulmuş oluyor Descartes tarafından.
  • Artık kendi varlığımızdan, us, anlıktan, tinden eminiz fakat gerçeklikten şüphe duymak için hala geçerli sebeplerimiz var. Şimdi ben sana senin aslında gizemli bir varlık tarafından aslında 30 saniye önce yaratılmış olduğunu ve geçmiş deneyimlerinin tümünün hafızana yüklenmiş olduğunu söylesem veya aslında Matrix gibi bir simülasyon içinde var olduğunu söylesem aksini ispat edebilir misin? En azından bunun mümkün olmadığını iddia etmek için geçerli bir sebebin var mı?
  • Nitekim Descartes de “özdek kavramında onun var olmamasıyla çelişen hiçbir şey yoktur” der. Olmasa da olur yani. Descartes tinin, usun varlığını kanıtladıktan sonra gerçekliği de bu kesin bilgi üzerine inşa ediyor.
  • Ona göre madde, özdek, bizden bağımsız fiziksel bir dış dünya vardır fakat algımızda bunun yetkin olmayan bir yansısı vardır. Evet dış dünya var ama algılarımız onu dosdoğru şekilde algılayamıyor. Haliyle anlığımızdaki, zihnimizdeki, dış gerçeklik de apaçık doğru değildir fakat madde yine de vardır.
  • Dış dünyada olup bitenler düşüncelerimin eseri değil, kötü bir cinin eseri de olamaz. Eğer iyiliklerin kaynağı tanrı, algımızı bir dış dünyaya yerleştirmişse, öyle olduğumuza inandırmışsa, bizi kandırıyor olamaz. Varlık, madde de gerçektir.
  • Kendisi de dindar bir skolastik olan Descartes’ın tanrı varlığını olduğu gibi kabul etmesini beklemek yanlış olmaz. Ayrıntılarına girmemekle beraber Descartes’ın tanrısının düşünülerek keşfedilen bir tanrı olduğundan bahsetmek istiyorum. Ortaçağ tanrısı ise inanılan, vahiyle bildirilen bir tanrıdır. Descartes önce kendini, sonra tanrıyı keşfeder. Kilise de insanın varlığını tanrı varlığının önüne koyduğu için ona kızgındır. Keşfedilen bu modern insan da Rönesans’ta görmeye başladığımız hümanist düşünce gibi, her şeyin merkezinde olacaktır.
  • Descartes evreni her şeyin sorunsuz işlediği mekanik bir evrendir. Dönemin popüler keşfi otomatlar, mekanik, günümüze kıyasla basit makinelerdir. Dünya da buna benzer, kendi kendine işler bir mekanizmaya sahip bir yapıdadır. Sürdürülmesi için tanrı müdahalesine ihtiyaç duyulmaz.

Aydınlanma ve Kant

İngiliz Deneyciliği

  • 17.yy’da bilgi ve bilim kurmaya örnek ya da model yapılan matematik, önemini korumakla birlikte 18.yy’da artık düşünce için bir örnek olmaz. Bundan ötürü felsefede kurgu, yerini artık deneysellik temeline, yere basan kuram ve açıklamalara bırakır. 18.yy deneyin geri dönüşünü simgeleyecektir.
  • 17.yy düşünürlerinin görüşleri artık toplumun malı olmuştur. Bunda Diderot ve Alembert’in yazdığı ansiklopedi çok etkilidir. Burjuva kitleleri uyanmış, kendilerine saygıları artmış, özgürlükler ve yeni haklar aramaya başlamıştır. Fransız devrimi de bu hızla yaşanan aydınlanmanın sonucu olmuştur.
  • Rönesans döneminde görmeye başladığımız deneyci düşünce, İngiltere’de Locke ile bir genel felsefe dizgesi olur. Artık aydınlanma ve ampirik felsefenin başladığı çağdayızdır.
  • Locke, rasyonalizmi ve özellikle doğuştan bilgiler öğretisini yadsır fakat Descartes’ın algı ve anlık kuramını hemen hemen olduğu gibi kabul eder.
  • Bu kuşkucu uslamlamayla mücadele eden sadece Locke olmayacaktır. Locke dahil dönemin etkili filozoflarının neler yaptığını kısaca anlatıp ayrıntıyı sonraki programlara bırakacağım.
  • Locke kuşkucu uslamlamayı sınırlayarak karşı çıkmayı dener. Daha önce Demokritos’ta gördüğümüz, sonrasında Galileo, Descartes ve Gassende de bulacağımız bir nitelikler ayrımı yöntemini uygular.
  • Berkeley, deneyciliğin sınırlarını çekerek Locke’un sağduyu uğruna bunları ne kadar aştığını gösterip onu yanlışlayacaktır. Hume ise bu eleştiriyi iyi değerlendirerek deneycilik açısından çok daha tutarlı bir sonuca varır. Bir dış dünyanın var olup olmadığı bilinemez, böyle bir dünya varsa bile bilinemez der. Böylelikle deneysel bilgi dış dünyanın bilgisi olmaktan çıkar.

Kant

  • Almanya’ya bir asır geç gelen deneyci düşünce, o dönemde Almanya’da etkili olan LeibnizWolff felsefesini de sarsar. Bu dönemde İngiliz deneyciliğinden etkilenecek ve neredeyse tüm dünyayı peşinden sürükleyecek kişi Kant olacaktır.
  • Kant, 35 yaşında tanıştığı bu deneyci felsefeden etkilenir ve çalışmaları sonucuna 57 yaşında “Salt Aklın Eleştirisi” eserini yayımlar. Akılcı rasyonalizm programında da değindiğimiz gibi algı üzerinde anlayışımızı derinleştiren bir çok özgün açıklama getirerek tüm felsefeyi değiştirir.
  • Hume’daki gibi Kant’a göre de dış dünya bilinemez; bilinen, duyumlananın berisinde kalanla sınırlıdır. Kant, bu duyumlar dünyasını fenomenler (görüngüler), dış dünyayı da nümenler diye adlandırır.
  • Tüm bilgi deneyle başlar. Kant bunu kabul etse de Locke gibi bir deneyci değildir. Deneyci öğretiye göre bilginin deneyle başlaması yetmez, onun deneyle doğrulanabilir olması gereklidir. Bunun ne kadar zor ve imkansız olduğunu da ayrıntılarıyla konuşacağız. Nitekim Descartes da deneysel bilginin akılda yoğrulmasından bahsetmiştir; bunu boşuna yapmamıştır çünkü deneysel bilgi deneye dayandıramıyoruz; bir şeyi kendisi ile ispatlamak gibi bir çıkmaza gireriz. Kant, Descartes’ın bu yaklaşımını alır ve bir sonraki aşamaya çıkarır.
  • Tüm bilgi deneyle başlar ancak tümüyle deneysel olan hiçbir bilgi de yoktur. Bilginin ancak içeriği deneyseldir. Algı içeriğinin bilgi olabilemesi için anlığın ya da usun algı içeriğine yapması zorunlu olan bir katkı söz konusudur. Bu katkı olmadan algı olamaz, duyumla kalır. Duyu ise bilgi değildir. Duyuların algıya dönüşmesi için usun bu duyumlara yapısal, biçimsel düzenlemeler yaptığından bahseder.
  • Kant’a göre bu yapısal, biçimsel düzenlemelerin usta doğuştan bulunan bir kalıp olduğunu ve algının bu kalıbın duyumlara uygulanmasıyla gerçekleştir.
  • Kant’a göre deneyimin sınırları çizilmelidir; daha doğrusu insanın ulaşabileceği bilginin sınırları çizilmelidir. Geçmiş filozoflar birbirlerinin düşüncelerini çürütmekte vakit harcamışlar ama sınırlar çizilmediği için ulaşılamayacak metafizik felsefenin konusu yapılmıştır.
  • Empiristler deneyimin dışındaki metafiziği mahkum etmiş, zırvalık olarak görmüştür. Kant da aklın ve deneyimin aşıldığı yerde felsefenin mümkün olmadığını kabul etse de metafiziğin mümkün olan kısımlarını felsefenin içinde tutar.
KAYNAKLAR:

Bilginin Temelleri - Arda Denkel
Söylem İnceleme Monadoloji - Descartes
Felsefe Sözlüğü – Abdülbaki Güçlü, Erkan Uzun

Etiketler:.

Rate it
Önceki bölüm

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Bir Yorum Yazın

Mail adresiniz burada gösterilmeyecektir. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.