play_arrow

Stoacılık

Stoacılık -2 (Psikoloji,Teoloji, Ahlak Felsefesi)

Bilal A. Temmuz 27, 2019 832 2


Background
share close

PSİKOLOJİ (RUH KURAMI)

  • Materyalist doğa felsefesine uygun olarak Stoacılar için ruh da maddeden oluşur. Ruhtaki hareketler yani duygusal faaliyetler, bilme ve bilgi gibi bilişsel faaliyetler de bu maddi tasarıma dahildir. Ruh bedenin her tarafına yayılan ince bir cisimdir. Ruh ve beden ilişkisi evren için de geçerlidir ve aynı şekilde tasarlanmış bir “evren ruhu” tasarımı söz konusudur.
  • Platon ve Aristoteles’te varlıkların canlılar ve cansızlar olarak ikiye ayrıldığını görmüştük. Canlı olan varlıklar da ruhları itibariyle üç ana başlık altında değerlendiriliyordu: bitkiler, hayvanlar ve insanlar. Hayvanda bitkisel ruh özellikleri var olduğu gibi insanda da bitkisel ve hayvansal ruh özellikleri vardı ve insan kendine özgü akılsal ruh ile diğer canlılardan ayrılıyordu. Bu ruh da Platon’da şehvetli, öfkeli ve akıllı diye yine üç parçadan oluşuyor ve ahlak felsefesi şehvetli ve akıllı ruhun gerilimi üzerine kuruluyordu.
  • Doğa felsefesinde de gördüğümüz gibi Stoacılar panteist bir dünya görüşü benimsemeleriyle beraber evrendeki her şeyin tanrısal olduğu görüşünü savunuyordu. Bu da varlıkları canlı ve cansız olarak ayırmanın bir anlamı olmayacağı gibi tüm evrende bir canlılık olduğu görüşüne götürüyor onları. Evrenin kendisinin bütünü itibariyle canlı ve akıllı olduğu gibi onu meydana getiren her şeyin de canlı ve akıllı olduğu bir evren tasarımı görüyoruz burada. Bu da her şeyin ruhu olduğu anlamına gelecek ve Stoacıları aynı zamanda animist (ruhçu) yapacaktır.
  • Stoacılar için doğada üç ana varlık türü vardır. Bunlar:
    • Heksis: Özellik, varlık tarzı veya yapı
    • Physis: Doğa
    • Psykhe: Ruh
  • Heksis, evrendeki tüm doğal varlıklara nüfus eden “sıcak nefes”tir. Bunlar bizim bugün cansız varlıklar dediğimiz doğal varlıklardır.
  • Physis bitkileri işaret eder. Buradaki sıcak nefes bitkiyi beslenme ve büyüme özelliği ile cansız varlıklardan ayırır.
  • Psykhe ise hayvanları göstermek için kullanılır. Physis hayvanlarda sindirim, solunum, büyüme gibi salt fizyolojik özellikleri kontrol ederken hayvanların arzulamalarının ve kendiliğinden hareketlerinin ilkesi Psykhe’dir.
  • İnsanların ayırt edici özelliği yine akıldır fakat bu ruhun (psykhe) üst yetisi, egemen yetisi (nous hegemenikon) olarak ele alınır. Egemen yeti, yedi kısımdan oluşur; bunlar beş duyu, cinsel organlara yayılan tohum ve yutağa uzanan konuşma yetisidir.
  • Böylelikle dört kademeli bir ruh hiyerarşisine tanık oluyoruz. Burada insan yine “akıllı hayvan” olarak ele alınmış görünüyor.
  • Stoacılarda insan ve hayvan ruhunun başlıca iki işlevi vardır. Bunlar izlenim ve içtepidir. İzlenim, duyular aracılığı ile dış dünyanın etkilerine maruz kalmadır. İçtepi ise ruhun izlenime gösterdiği tepkidir. Hayvanlardaki içtepi daha çok otonom reaksiyonlar gibiyken insanda onama ve reddetme unsurları dahil olur ve daha karmaşık bir içtepi tasarımı ortaya konur.
  • İçtepi bir amaca yöneliktir ve bu hayvanlarda kendilerini koruma, iç güdülerine yönelik uygun ve faydalı davranış ilken insanlarda doğru ve erdemli eylemlerdir.
  • Günümüzde arzu kavramı sadece akıl ile açıklanmıyor ve karmaşık bir yapıda ele alınıyor. Stoacılar için ise arzu ve irade akıl ve yargı gücünden bağımsız değildir. Bütün iradi eylemlerimiz akılsal tepkiler, yani tasdik ve reddetme tepkileridir. Stoacılar bu konuda Aristoteles yerine Sokrates’in entelektüalizmini benimsemişlerdir. Hatta Krizippos insanda egemen ilkenin tümünün akılsal olması itibariyle Platon’daki şehvet ve öfke sahibi ruhlar diye bir şey olmadığını söyler.
  • Saf akılsal ruh anlayışı nedeniyle de ahlak kuramı Platon’un aksine daha az çatışmacıdır. Herkesin akıldan pay alması itibariyle aklın doğru kullanımı sayesinden sağlıklı bir akla dayanacak insan erdemli ve mutlu bir hayat yaşayabilir görüşü onların ahlak felsefesinin tezi olacaktır.
  • Doğuştan hiçbir bilgiye sahip olmayan insan aklı normal şartlar altında, normal sürede, normal deneylerden geçerek sahip olabilecekleri bilgilere, bilgeliğe ve mutluluğa erişebilir.

DETERMİNİZM

  • Stoacıların teolojisi ve ahlak felsefesinden önce determinizm ve özgür irade konularına değinmemiz gerekiyor.
  • Eğer determinizmi evrenin şu andaki durumunun daha önceki bir durumunun sonucu şeklinde tanımlarsak Stoacılar kendilerinden önce ve sonra gelen tüm filozoflardan daha çok savunmuşlardır diyebiliyoruz. Onlar determinizmi bir “kehanet” olgusuyla da savunmuşlardır.
    • “Her şey zorunlu olarak (kaderin eseri olarak) meydana geldiğine göre … bütün nedenlerin bağlantılarını aklıyla görebilecek biri (varsa) kesinlikle aldanmayacaktır. Çünkü gelecekteki şeylerin nedenlerini kavrayan biri zorunlu olarak ilerde meydana gelecek her şeyi bilecektir. Çünkü zamanın akışı sarılmış bir ip yumağının açılışı gibidir, onda hiçbir yeni şey ortaya çıkmaz” (Cicero)
  • Onların bu düşüncelerinin temelini her şeyin nedeninin Tanrı (veya akıl) olduğuna ilişkin ana tezleri oluşturmaktadır.
  • Stoacıların sözünü ettiklerin biricik nedenleri, Tanrı veya akıldır ve tanrı sadece bir düzenlilik, yasalılık ilkesi olarak tanımlanmaz. Tanrı bir hayat, hareket, amaçlılık, iyilik ve inayet ilkesidir. Stoacıların determinizmi statik değil, dinamik ve teleolojiktir.
  • Aristoteles’in ay-altı alemindeki ereksiz doğa anlayışının aksine Stoacılardaki tanrının içkin olduğu tüm doğa anlayışında bir bilinçlilik ve amaçsallık söz konusudur.
  • Öne çıkan Stoacı filozof Krizippos bu öğretiye gelen kaderci eleştirilere karşı çıkar ve Stoacı öğretinin insan özgürlüğünü mümkün kıldığını iddia eder ama açıklamaları pek doyurucu değildir çünkü tanrısal bir determinizm anlayışının kaderci olduğunu kabul etmemiz gerekir.
  • Özgür irade anlayışının kabul edilmemesi ahlaki tartışmaları da yersiz kılacaktır doğal olarak. Bir diğer Stoacı olan Cicero ılımlı bir yöntem izleyerek mutlak determinizmi kabul etmiş ve fakat insanın iradi davranışlarının nedenlerini yine insan iradesi ve zihniyle açıklamıştır. İradi davranışlar bilinçsiz değildir, bizzat akıl tarafından belirlenirler. Bu açıklamaya yine Krizippos’un uyumlu bir açıklaması eklemlenir. Akıl izlenimler ve içtepilerden oluşur. İzlenimler içtepilerin nedenleridir ama belirleyicisi değildir. İçtepileri belirleyen aklın kendisidir.
  • Ama bu açıklamaları Stoacı ontoloji içinde asıl nedenin tanrı olması ve tanrının iradesinin değişmemesi ve dolayısıyla her şeyin tanrısal iradenin nedenselliğine uygun olarak zorunlu bir tarzda meydana geldiği düşüncesi karşısında savunmak güçtür.
  • Yani eğer her şey tanrısal akıl tarafından ve zorunlu olarak belirlenmiş ise insanın düşünce, arzu ve seçimlerinin ve bunların ürünü olan eylemlerinin de aynı şekilde belirlenmiş olduğunu kabul etmekten başka yol yok gibi görünmektedir.
  • Zaten Stoacıların ahlaki alanda arzu ettikleri şey, tanrının işlerini veya yasalarını bilmesi, onları kabul etmesi ve iradi olarak kendini onlara uydurması, bilinçli bir şekilde onlara itaat etmesidir. Yani onları için özgürlük tanrıya bir teslimiyettir. Özgürlük onlar için güç değil bir tür bilgeliktir.

TEOLOJİ

  • Bir din olmayıp rasyonel bir felsefi sistem olan Stoacılık, Helenistik dönemde dini kaygıları en çok olan okuldur. Platon’un başlattığı felsefenin dini bir hüviyet kazanması geleneğinin devamcısı ve Plotinus’un Yeni-Platonculuğunun habercisidir.
  • Stoacı doğa bilimi şeylerin tanrıdan nasıl çıktıkları ve sonunda ona nasıl geri döndüklerinin bir hikayesi olarak okunabilir. Stoacı ahlak felsefesinin temel hedefi olan mutluluk, bireyin bu doğal ve tanrısal yasaya bilinçli veya bilgece bir tutumla teslim olması ile elde edilir.
  • İLKER: Yani Stoacılıktaki ahlaki ödev aynı zamanda dini bir ibadet anlamına gelir. Bu durum da onların felsefelerinin teolojik olarak incelenmesi gerekliliğini ortaya koyar.
  • Stoacıların Epikurosçulardan farklı olarak Yunan-Roma paganizmini ve dinsel ritüelleri onaylanmadıkları görülür.
    • “Stoacılara göre Tanrı, canlı, ölümsüz, akıllı, en mükemmel anlamda mutlu, içinde hiçbir kötülük barındırmayan, dünya ve onun içindeki varlıklarla yakından ilgilenen fakat insan biçimine sahip olmayan bir varlıktır. Bununla birlikte o, evrenin yapıcısıdır ve gerek genel olarak gerekse her şeyin içine nüfuz etmiş olan özel parçası bakımından deyim yerindeyse her şeyin babası olan ve çeşitli güçlerine göre farklı adlarla çağrılan şeydir. Onlar her şeyin nedeni olmasından dolayı ona Dia, hayatın nedeni olması ve tüm hayata yayılmış olması bakımından ona hayat (Zen), egemen parçası esire kadar uzandığı için ona Athena, havaya kadar uzandığı için ona Hera(Diogenes Leartius)
    • Tanrı kaderin gücü, gelecekteki olayları idare eden zorunluluk da tanrıdır. Bunların yanında esir diye adlandırılan ateş, su, hava, toprak gibi bütün akıcı tözler, güneş, ay ve yıldızlar, şeylerin birliği, hatta ölümsüzlüğe erişmiş insani varlıklar da tanrıdır” (Cicero)
  • Stoacıların tanrı savunmasında felsefe tarihi boyunca karşımıza çıkacak olan geleneksel tanrı savunmalarında öne sürülen argümanların büyük bir bölümü vardır. Bir sonraki dönemlerde de sıklıkla kullanılacak teleolojik ve ontolojik tanrı kanıtlama yöntemlerinden bahsedelim. Bunlar:
    • Teleolojik Kanıt: Evrendeki düzen kendiliğinden oluşmuş olamaz, o halde tanrı vardır. Aynı zamanda Krizippos evreni meydana getiren bir kudret olmalıdır ve bu kudret insandan güçlüdür diyerek bu varlığa tanrı olduğunu işaret eder.
    • Ontolojik Kanıt: Bu daha sonra kilise babalarından Anselmus’ta en yetkin şekliyle karşılaşacağımız kanıtın ilk halidir. Buna göre tanrının var olmaması en mükemmel varlık kavramına aykırı olacaktır. Var olmayan bir tanrı en mükemmel varlık olamayacaktır, o halde tanrı, kavramı gereği, doğası gereği (varlık) vardır.

AHLAK FELSEFESİ

  • Stoacılar için de mantık ve doğa felsefesi Epikurosçulardaki gibi ahlak felsefesi için bir girişten ibarettir. Özellikle doğa felsefesi, ahlak felsefesinin kendisine dayandığı doğa kavramını açıklığa kavuşturması bakımından önem taşır. Çünkü doğru ve mutlu yaşama, doğaya uygun yaşamadır.
  • Stoacıların ahlak felsefesinin temel kavramı doğa ve doğaya uygun yaşamaktır.
  • Doğa kavramı ilk olarak evreni meydana getiren ana varlık türlerinin her birinde, bu türün birliğini, özelliğini teşkil eden şey olarak ele alınır. Hayvanların doğası onların ruhu (physke), insanların doğası ise onların aklıdır. Bitkilerin beslenme ve büyümesine, hayvanların üreme veya duyum yetisine aykırı olan şeyler onlar için doğaya aykırı veya uygun şeyler olarak nitelenecektir. Dolayısıyla insanın akla uygun eylemlerine engel olan şeyler de doğaya aykırı şeyler olacaktır.
  • Bununla birlikte Stoacılar doğa derken genel olarak evreni, evrensel doğayı da kastederler. Böylelikle mesela bir doğal felaket canlıların eylemlerine engel olacağı için onların doğasına aykırıyken bütün (evren-doğa) göz önüne alındığında pekâlâ doğaya uygun olacaktır.
  • Stoacıların doğa karşısındaki bu farklı yaklaşımları haliyle ahlak felsefelerindeki gerilimin kaynağını oluşturacaktır. Diogenes Leartius, Stoacıların doğa derken bütün evreni kastettiğini ifade eder. İnsan davranışlarında evrensel doğa gözetilerek hareket eder. Buna karşın Krizippos bireysel doğaya uygun yaşamın evrensel doğaya uygun yaşamak olduğunu söyler fakat birkaç basit örnekle bunun böyle olmadığını söyleyebiliyoruz.
  • Tarım ilaçlarının doğaya zararlı oldukları açıktır fakat insanların yaşaması için gerekli besin günümüzde başka yöntemlerle elde edilemez düzeydedir. Bu gerilimin ana kaynaklarından biridir.
  • Bunun yanında “evrensel doğa” derken tam olarak ne kastedildiği açık değildir. En nihayetinde doğa tikel varlıklardan oluşur. Tikel varlıklar iyi olacak fakat bütün doğaya iyi gelecek bir şey hangi açıdan, kimin için veya nasıl olabilir? Ya da biz evrenin bütünü için iyi olanı nasıl bilebiliriz?
  • Ya da bu fedakârlık öğretisini işe yarar pratik bir etik öneri olarak öne sürmek ne derece makul olduğu sorusuna Stoacıların fazla derinlemesine ele almadıkları ve bu sorulara derinlemesine cevap vermedikleri görülmektedir. Fakat bu doğalar arasında gerilim onların ahlak felsefesinin önemli kavramları olan iyi-kötü öğelerini belirlemede çok sık kullanılmadığını belirtmeliyiz. Evrensel doğa göz önüne alınsa da bireyin ahlaksal yaşamı ile ilgili talepleri göz ardı edecek düzeyde kullanılmamıştır.
  • Bireyin ahlaksal talepleri değerlendirirken karşımıza çıkan önemli bir kavram, daha önce de gördüğümüz, içtepidir. İçtepinin başlıca amacı canlı varlığın kendini koruma arzusudur. Bu davranış Stoacılar tarafından “kendini sevme” olarak değerlendirilir. Doğa hayvanı meydana getirirken onu kendi kendisine yakın ve kendisi için değerli bir şey olarak ortaya koymuştur. Hayvanların kendilerine zararlı olan şeylerden kaçınmaları, kendilerine yararlı veya uygun olan şeylere yönelmelerinin nedeni budur.
  • Bu dürtü insan dahil tüm canlılarda mevcut olup ahlak felsefesinin temeline de oturuyor olup kısaca canlıların varlığını koruma dürtü veya içtepisi evrensel ahlakın da ilkesi haline gelebilecektir. Eylemlerin kaynağı Epikurosçular gibi hazza gidip acıdan kaçmak değil, varlığını korumak olarak tasarlanır. Haz ve acıya yönelim sadece birer içtepidir onlara göre.
  • Stoacılar insan aklı ile hayvan ruhu arasındaki ayrımın bilincinde olup gerçek anlamda ahlaki davranışların ancak insan varlık türü için söz konusu olduğunu kabul eder. Onlar, Septiklerin, daha sonra göreceğimiz gibi, her şeyin göreli olduğu, değerlerin de bir temeli veya ölçütü olmadığı şeklindeki görüşlerini reddedip bütün canlılar için iyi, uygun, yararlı kavramların doğal, nesnel bir temel olabileceğini ve bu temelin Epikurosçular gibi haz değil, varlığı koruma içtepisi olduğunu göstermek istiyorlar. Hazzı elde etmek ve acıdan kaçınmak onlar için tüm canlılarda var olan kendini sevme içtepinin bir uzantısıdır.
  • Stoacıların bu kendini koruma ve kendi yaratılışına sevgi duyma kavramı canlıların kendi yavrularına da uzanır. Bu kavram insanlar arasındaki doğal yakınlık anlayışı, sempatiyle genişleyerek topluluk içinde yaşayan insanların evlenme, aile kurma, toplum ve devlet oluşturma gibi eylemlerine de kaynaklık eder. Zaten panteist evren anlayışına göre evrenin akıllı tasarımcısı ve evrenin bizatihi kendisi olan tanrı ve tüm varlıkların aslında kardeş olduğu fikri de bu düşünceye eşlik eder.
  • İnsan bu içtepiden dolayı ben-merkezci olma eğilimindedir fakat aklımız sayesinde bu dürtüden kurtulmak, onu aşmak ve ilgimizi diğer insanları da kapsayacak şekilde genişletmek imkanına sahibiz ve bunu yapmalıyız.
  • Aristoteles için insan hayatının nihai hedefi mutluluktu ve mutluluk en özet şekliyle ruhun erdeme uygun etkinliğiydi. Stoacılar için de benzer bir durum söz konusudur. Onlara göre mutluluk doğaya uygun davranıştır ve bu davranışı meydana getiren şey erdemdir.
  • Yalnız Stoacılar erdemin tanımı konusunda Aristoteles’ten daha dar bir çerçeveye sahiptir. Onlar erdemi iyi (bilgelik, adalet, cesaret), kötü (ahlaksızlık, adaletsizlik) ve nötr (hayat-ölüm, hastalık-sağlık, haz-acı, güzellik-çirkinlik, zenginlik-fakirlik, soylu/asil-bayağı/halk olma) şeklinde üçe ayırır. Nötr durumdaki şeyler ahlaki olarak iyi veya kötü değil, sadece içerikleri nedeniyle tercih edilebilir olarak alınırlar.
  • Epikurosçularda ise bu nötr şeyler haz ve acı çerçevesinde ele alındığı için iyi ve kötü olarak sınıflandırılıyordu. Aristoteles ise sağlık, zenginlik gibi şeyleri mutluluğun kendisi olarak görmese bile ona erişmek için gerekli veya yardımcı/eşlikçi unsurlar olarak ele alıyordu.
  • Stoacılara göre insanın bu tercih edilebilir şeylere sahip olması iyi veya erdemli yapmaz veya bunlara sahip olmasa da erdemli ve dolayısıyla mutlu olabilir der. Stoacıların ahlakla ilgisiz olan şeylerin tasnifi tercih edilebilir olanın doğaya uygun, tercih edilemez olanların ise doğaya aykırı olduğu yönünde yorumları da mevcuttur. Buna göre sağlık, güzellik doğaya uygun ve dolayısıyla tercih edilebilir, hastalık, güçsüzlük gibi şeyler ise tercih edilmez olan ise doğaya aykırı şeyler de olacaktır.
  • Onlar böylelikle Epikurosçulara az önce söylediğimiz itirazı yeniliyor ve bizim peşimizden koşmamız gereken şey haz değil erdem, mutluluktur diyecektir. Buradan çıkarılacak bir diğer sonuç, Stoacılar için erdemli davranmaz seçilmez, mutlak olarak ele alınır. Erdemler zorunlu olarak, mutlak olarak iyi olan şeylerdir. Yine de bu konu Stoacı filozoflar arasında tartışmalıdır ve itirazları içerir.
  • Stoacıların doğaya uygunluk kavramı “doğaya uygun iş ve işlev” kavramıyla zenginleşir. Yunanca “kathekon” terimiyle ifade ettikleri bu kavram uygun iş, işlev, eylem ve ödev anlamlarında kullanılır. Bu kavram canlı varlığın yaratılışına uygun olan her türlü faaliyeti kapsar. Akıl sahibi olmayan bitkilerden, Kant’ın “ödevden kaynaklanan eylem”ine kadar her eylemi içine alır.
  • Önceki bilgilerimizi de göz önüne alarak elde edeceğimiz sonuç; Stoacılar için canlıların kendi doğalarına veya evrensel doğaya uygun olan davranışlarının onların uygun işlerini oluşturacağını, özel olarak insan söz konusu olduğunda ise bu iş veya işlevin kelimenin dar anlamında onun ahlaki eylemini ifade edeceği ve böylece onun ödevini oluşturacağı olacaktır. Yani akıl sahibi olmayan canlılara uygun işlevler onların içtepilerine uygun faaliyetler, akıl sahibi canlılarda uygun işler ise akla uygun davranışlar ve eylemler olacaktır.
  • Stoacılar insanları ve eylemleri iki kategorik gruba ayırarak akıl sahibi insanların erdemsiz davranışlarını açıklarlar. Buna göre insanlar bilgeler ve bilgisizler (cahiller, aptallar, deliler) olarak, eylemler ise erdemler (iyiler) ve erdemsizlikler (kötüler) olarak tasnif edilir. Bunların dışında erdemle ilgisiz günlük sıradan eylemler de vardır ve öncekine benzer bir yaklaşımla sınıflandırılır.
  • Erdemler bilgelerin, erdemsizlikler de cahillerin eylemleri olacaktır haliyle. Yine de bu ayrımların her durumda geçerli olamayacağına ilişkin Stoacı filozofların çeşitli itirazları vardır. Buna göre her uygun işin doğru veya erdemli olmaması eyleyen insanın yapış tarzının farklılığından kaynaklanır. Örneğin sağlığına dikkat eden bilge bir insan bunu bilinçli ve erdemli olduğu için yaparken başkası böyle bir kaygı gütmeden sağlığına dikkat edebilir. Haliyle eylemin sonucuna değil, niyetine, sebeplerine bakarak ahlaki bir ayrım yaptıklarını görüyoruz. Bilge bir eylem, başından itibaren tümüyle doğru eylemdir.
  • Böylece Stoacıların insanın bir ahlaki eylemi gerçekleştirmesinin üç aşamalı bir süreç olduğuna tanık olmuş olduk. Bunlar:
    • İnsanın bir canlı olarak doğal içtepisine uygun davranış sergilemesi
    • İnsanın doğasına uygun olanı yapma ve ona aykırı olanı reddetmesidir.
    • Uygun seçimlerde bulunma.
    • Uygun seçimlerin süreklilik/kararlılık kazanması.
    • Tümüyle akılsallaştırılmış ve doğaya tam olarak uygun seçimlerde bulunma; doğayla mutlak anlamda tutarlı, onunla uyum içinde iyi, mükemmel eylemde bulunma.
  • Stoacıların tutkulara ilişkin öğretileri insan ruhunu tamamen akıl ve bilinç olarak ele alan ana öğretilerinin bir devamı olarak ortaya çıkmaktadır. Onların bütünlüklü ruh anlayışının ürünü olarak duygu, arzu ve tutkular da aklın kendisinden türer.
  • Stoacılar, Platon’un ruhu akıllı ve akılsız (öfkeli ve arzulayan) diye ikiye ayırıp, olumsuz olarak gördüğü tutkuları da bu akılsız kısımla açıklamasını açıklamasını reddeder ve şehvet, korku gibi tutkuların bozuk görüşler, kanılar ve yanlış yargılar olduğunu savunurlar.
  • Krizippos’a göre tutkular aşırı içtepilere işaret etmektedir ve bundan akla itaatsizliğini anlamamız gerekir. Aklın normal, doğal yargıları doğru yargılardır ve bu doğru yargıların eserleri de normal, doğru duygular ve heyecanlardır. Tutkular ise aklın yanlış yargıları, zayıf doğrular ve kanılarıdır. Bu kuramda normal, doğal heyecanlarla tutkular arasında bir nitelik değil, derece farkı olduğunu savunulur ve böylece tek bir ilkeye dayanılarak bütün insan davranışları açıklanır.
  • Tutkuların yanlış fikirlere indirgeniyor ve onları aklın yargılarına itaatsizliği olarak açıklıyorlar. Ancak böyle bir şey nasıl mümkündür? Platon’da öfke ve şehvet gibi akıl dışı öğelerle aklın çatışması vardı ama bu kuramda herhangi bir çatışmadan da bahsetmiyoruz. Özü itibariyle akıl olan insanda bu çatışma nasıl açıklanıyor? Tümüyle akılsal olan insanın bu tür yanlış değerlendirmeler yapması nasıl mümkün olabilir gibi sorular yine Stoacı olan Poseidonios ve Stobaios tarafından Platoncu açıklamaya dönülüerek ve aşırı tutkuların akıl dışı olduğunu savunularak cevaplanmaya çalışılır. Bununla beraber Epiktetos ve Marcus Aurelius gibi son dönem Stoacıları, iyi ve kötünün, mutluluk ve mutsuzluğun özleri itibariyle dış şeylere değil, bize bağlı olduklarını ifade eder. İyi ve kötü, erdem ve erdemsizlik özlerinde bizim yargılarımızla belirlenirler.
    • “İnsanları rahatsız eden, şeylerin kendileri değildir; şeyler hakkındaki yargılarıdır. Örneğin ölüm kesinlikle korkunç değildir; çünkü eğer öyle olsaydı, Sokrates öyle olduğunu düşünürdü. Korkunç olan, ölümün korkunç olduğuna ilişkin yargıdır. Bundan dolayı engellendiğimiz, rahatsız olduğumuz veya üzüntü duyduğumuz her seferinde başkalarını değil kendimizi yani kendi yargılarımızı suçlamamız gerekir” (Epiktetos-Düşünceler V)
  • Stoacılar için tüm doğa incelemesinin amacının ahlak için bir hazırlık olduğundan bahsetmiştik. Bunun gibi tüm ahlak incelemelerinin amacı da insan için mutluluk sağlamaktır. Mutluk da ancak insanın akli faaliyetinde ve erdemde bulunan bir şeydir.
  • Entelektüalist bir ahlaki görüş benimseyen Stoacılarda erdem bilgiye indirgenir. Erdemsizlik veya kötülük bilgisizlikten kaynaklanır ve ona özdeştir. Bilgiyle özdeş olan erdem doğal olarak -bilgi gibi- öğrenilebilen bir şeydir. Fakat Stoacılar bilgi ile yetinmez ve bilgiyi eylemin üzerine yerleştirmez -Platon ve Aristoteles aksine. Çünkü Stoacılar için bilgi akılsal, erdemli davranışın/eylemin aracıdır. Yani Stoacı ahlaka göre erdem, teori ile uygulamanın, bilgi ile pratiğin birlikteliği ile ortaya çıkar; o entelektüel bilgiye dayanan eylem olarak tanımlanır.
  • Sokrates’in entelektüalist ahlakında iradenin ve arzunun rolünün göz önüne alınmadığını biliyoruz. Stoacılar da yanı çizgidedir. Onlara göre bilgi ve irade birbirlerinden ayrılmaz ve aslında bir ve aynı şeydir.
  • Platon’un ölçülülük, cesaret ve pratik bilgelik erdemlerinin meydana getirdiği adalet erdemine karşılık Stoacılarda erdemi tasnif çeşitlilik gösterir. Bir gruba göre tüm erdemler aslında tek bir erdemken diğerlerine göre bu erdemler birbirinden ayrılmaz olmakla beraber farklıdır. Erdemlerin bir ve aynı şey olması onların konusu ile farklılaştığı düşüncesi ile açıklanır. Tıpkı bir bıçağı farklı amaçlar için kullanabilmek gibi.
    • “Adalet, kişilere hak ettikleri şeyleri dağıtmakla ilgili bilgidir. Cesaret korkulması gereken şeylerle korkulmaması gerekenleri ayırt etme bilgisidir.”
  • Stoacılar erdemle erdemsizlik arasında hiçbir ara durumu kabul etmezler. Erdeme sahip olan biri ona tümüyle sahiptir, olmayan ise tümüyle yoksundur. Erdemsiz birinin ona ne kadar yakın veya uzak olduğu önemsizdir; o erdemsizdir. Bir karış suda boğulanla bir boy suda boğulanın aynı olması gibi, erdemsizlik arasında derece farkı yoktur.
  • Stoacılar insanları bilgeler ve cahiller olarak iki grubu ayırıyordu. Öyle görülüyor ki bu gruplar kendi içinde diğer grubu herhangi bir şekilde muhafaza etmiyor ve geçiş anlamında bir derece farkı da görülmüyor. Bilgeler her kusurdan münezzehken cahiller tek bir şeyi doğru yapamıyor. Bilge insan her konuda doğru bilgi sahibiyken, cahil insan her konuda yanlış kanıya sahiptir sadece.
  • Bilge insan tüm insanlar arasında özgün olan, en güzel olan, gerçek anlamda zengin ve mutlu olandır. Zenginlik hiçbir şeye ihtiyacı olmamak anlamına geldiğinden, bilge insan hiçbir şeye ihtiyacı olmayan yegâne insandır.
  • Bilge insan mükemmel bir kâhin, şair, hatip, diyalektikçi, devlet adamı, koca ve babadır. Çünkü bu sanatların en iyi yapılabilmesinin yolu doğru bilgiye sahip olmaktır ve buna sahip olan da bilge insandır. Bilge insanlar aynı zamanda gerçek anlamda büyük, güçlü, soylu, kuvvetli varlıklar olarak görülmelidir çünkü onlar hedeflerini yerine getirirler, her bakımdan geliş ve kuvvetli oldukları için yenilmezler.
  • Bu özellikleri bilgeleri gerçek anlamda krallar diye adlandırmaya layık tek varlık haline getirir çünkü krallar kimseye hesap vermez, her şeyi doğru yapar ve doğal olarak tek egemen varlıklardır.
  • Stoacılar o kadar ileri gider ki bilge insanların mutluluğu ile tanrıların (Zeus) mutluluğu arasında bir fark görmezler.
  • Ne Zenon ne de Krizippos bilge olduklarını iddia etmişlerdir ve yine bilge insanlar pratik hayattaki insan arasında uçurum olduğunu da dile getirmişlerdir
    • “Büyüklük ve güzelliklerinden ötürü hayal gibi, insanla, insan doğasıyla uyuşmaz gibi görünen şeyler söylediğimizin farkındayım”
  • Tabii bu, bilge insanı, kendisine ulaşılması, davranışların buna göre düzenlenmesi gereken bir ahlak ideali olarak kabul edilmesinin önünde engel değildir.
  • Yine de Panaitios “hayat mükemmel ve gerçekten bilge insanlarla yaşanmadığından …. kendileri herhangi bir erdemlilik işareti gösteren hiç kimsenin tümüyle ihmal edilmemesi gerektiğini” ifade etmiştir.
  • Panaitios ayrıca doğanın insana çeşitli roller verdiğinden bahseder. Hepimizin aynı akla sahip olmasıyla verilen evrensel rol, kişilik özelliklerimizin farklılıklarından kaynaklanan bireysel roldür. Bizim hedefimiz bireysel rolümüzü yerine getirmek, kendi kişilik özelliklerimizi reddetmemek, onları tanımak ve onlardan yola çıkarak kendimize en uygun şeyleri gerçekleştirmektir. Eylemde bulunurken içinde bulunduğumuz şartları göz önüne alacak ve hayatta ne olmak istediğimize karar vereceğiz. Soylu doğum, zenginlik, mevki gibi şeyler şansa ve dış şartlara bağlıyken ne olacağımız, hangi rolü benimseyeceğimiz bizim seçimimizle mümkün olmaktadır.
  • Onun mutluluk ile kişilik arasındaki ortaya koyduğu bu ilişki Aristoteles’in altın ortasının esnekliğinden daha derindir. Epiktetos ve Marcus Aurelius da bu fikri geliştirirler.

“Hatasız olmak mümkün müdür? Hayır, bu bizim gücümüzün ötesindedir. Ama sürekli olarak haksızlık yapmama niyetini korumamız mümkündür. En azından dikkatimizi gevşetmeyerek birkaç hata yapmaktan kaçınabilirsek bununla yetinmeliyiz”

SİYASET FELSEFESİ

  • Bilge insanın mutluluğunu dış şeylerden bağımsızlığında arayan bir felsefi sistemin devlet gibi tamamen dışsal bir aygıta ilişkin kuram geliştirmemiş olması şaşırtıcı olmaz herhalde.
  • Buna bilgeler dışında kalan kalabalığın yeteneksiz cahiller olarak tasarlandığı düşüncesi eklenir, devletin de bu cahil ve aptallardan mürekkep olduğu varsayılırsa buna ilgisiz kalmaları daha da anlaşılır olabilir.
  • Stoacılar yine de çeşitli siyasi kuramlar geliştirmişlerdir ama Platon veya Aristoteles gibi geniş, kapsayıcı ve kendi sistemlerinin can damarını oluşturan bir yere koymamışlardır.
  • Stoacılar yasaları, doğa felsefelerinden yola çıkarak, ortak doğaya ve ortak akla ilişkilendirerek tek ve mutlak doğruların olduğu, doğruların toplumdan topluma değişemeyeceğini ifade ederler. Örneğin Epikurosçuların faydalı olanın doğru yasa olacağı anlayışının, faydalı olması durumunda yasaya uymama ile sonuçlanabileceğini hatırlatarak mutlak yasayı temellendirirler.
  • Onlar toplumu veya devleti evrensel yasaya, evrensel yasayı evrensel adalete, evrensel adaleti doğaya ve doğada içerilen akla, Logos’a bağlarlar. Haliyle topluluklar ayrı ayrı devletler ve değişik yönetim biçimleri ve yasalarla değil, ortak bir yasanın hüküm sürdüğü tek bir dünya devleti tarafından idare edilmelidir; bu topluluğa tanrılar da dahildir.
    • “Tüm evreni, tanrılar ve insanların üyeleri oldukları bir toplum olarak düşünmeliyiz”
  • Bu kadınlar ve kölelerle özgür erkeklerin aynı değerde olduğu, eşitlikçi bir dünya düzeni o gibi görünür.
  • Stoacılar, insanı aileden başlayan ve her biri diğerini içine alarak genişleyen çok sayıda birliğin, doğal birliğin üyesi olduğunu öne sürer. Fakat bu birlikler onların yönetimden eşit olarak pay almaları anlamına gelmez. Tek bir yasa koyucu söz konusudur bu yasa koyucu tanrının bizatihi kendisi olamayacağına göre, ona en yakın şey olan bilge insandır.
KAYNAK: Stoacılar çalışmasında temel ve tek kaynağımız Ahmet Arslan’ın İlkçağ Felsefe Tarihi Citl 4 eseri olmuştur. 

Etiketler:.

Rate it
Önceki bölüm

Yorumlar

This post currently has 2 comments.
  1. Serdar Bahar on Ağustos 26, 2019

    geç dönem sofistleri sonrası filozofları incelediğiniz podcastler ve notlarına websitede direk ulaşım biraz uğraştırıcı ve zor. en yukarıda ana menüye yeni başlıklar açarsanız ve oradan çok daha kolay erişim sağlanabileceğini düşünüyorum. yorum sadece öneri amaçlıdır ben şahsen bu siteyi birkaç haftadır biliyordum ama sofistlerden sonrasını incelediğini daha bugün websitenin derinliklerine inince fark ettim. düzelttikten sonra yorumu silebilirsiniz saygılar.

    • Bilal A. on Eylül 11, 2019

      Yorum ve öneriler için teşekkürler. Mevcut site imkanları ile biraz düzenleme yaptım ama vakit ve kaynak bulunca bir profesyonel tarafından güzel bir site yapmak istiyorum. O zamana dek merak ettiklerinizi site içi arama özelliğini kullanarak kontrol edebilirsiniz.

Bir Yorum Yazın

Mail adresiniz burada gösterilmeyecektir. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.